Sadece iki dudak arasındaki yaşamdan kısa bir hikaye anlatmak istiyorum. Bu hikayeyi bizzat yaşadığım andan itibaren insanlık vasıflarımı tekrar sorgulamaya başladım. Hepimizin yaptığı gibi dönem dönem ben de dolabımdaki kıyafetlerimin çoğunu ihtiyacı olan birilerine vermek için ayırdım, buna en küçük erkek kardeşim Ekrem de dahil. Güzelce poşetleyip yola koyuldum. Muhakkak yolda ihtiyacı olan birine rastlayacaktım. Çok değil, yarım saat sonra, altı – yedi yaşlarında mavi gözlü bir erkek çocuğu ile karşılaştım. Elindeki peçeteleri satmak için bir çaba içerisinde olduğunu gördüm. Yanına yaklaşıp selamlaştık ve sohbet etmeye başladık.
Başımı ellerimin arasına aldım, al al olmuş yanaklarını okşadım. O kadar güzel gülüyordu ki; yüzünde gökyüzünü görebiliyordum. “Ablan var mı?” Diye sordum. “Evet ablam var” diye cevap verdi. Elimdeki poşetleri alması için rica ettim. Kendisi ve ablası için kabul ederse içinde “giyecek” olduğunu belirttim. Elimde ki poşetleri alıp, önce beni sonra elindeki poşetleri öptü. Poşetleri öptüğünü görünce kalbim ağladı. Küçük bir çocuğun bir bez parçasına hasret kaldığı o dünya kalbimi ağrıttı.
Kıyafetlerinizi öpen bir çocuğu düşünün; kelimelerimin kifayetsiz kaldığı tek andı. Küçük bir çocuğun dudaklarının arasında koca ülkemin yavaş yavaş kirlendiğini gördüm. Ahmet Şerif İzgören’in bir yazısında dediği gibi:
Koca ülkenin üzerinde beni yıka yazıyor…
Sezer İltekin
25 Şubat 2016 ~ 16:50
Gerçekten çok duygusal bir hikaye bu. Okurken o görüntü gözlerimin önündeydi. Dünya çok acımasız bir yer değil mi? Kimileri ağzına kadar dolu gardrobuna bakarak giyecek hiçbir şeyi olmadığından yakınır, kimileri, başkalarına ait eski kıyafetleri öpecek kadar yokluk içindedir.
ece
25 Şubat 2016 ~ 21:19
Kesinlikle; hayat acımasız ve insanların yaptığı tek şey bencillik. İnsanlar sevgiden çok hayatlarını eşyalara bağladılar. Sevmeyi unuttuk,her maaş aldığımızda, hangi elbiseye ne kadar vereceğiz plan yapıyoruz. Oturduğumuz masalar bile Alman usulü olmuş. Vay Ülkem'in haline vay.