Geçenlerde bir yazarın imza gününe katıldım. Sıradan bir gündü, her zamanki gibi. Yine bir yazar ve yine bir imza günü. Değildi…
Açıkçası ilk kez katıldım imza gününe. Gereksiz gelir, onca kuyruk beklemek hiçbir anlam ifade etmezdi bana. İmza da neymiş hem, öylece masada oturup sadece “sevgili bilmem kim” yazmak için adımı soracak olan insandan ne hayır gelir ki bana diye düşünür kıs kıs gülerdim içimden. Dalga geçerdim hatta imza alanlarla/atanlarla. Bu seferki bambaşkaydı diyeceğim, hayal bile edemeyeceğim tarzda desem yeridir.
Bir kitabı bitirdikten sonra yazarıyla iletişime geçmek istiyorsanız bu kitabın iyi olduğu anlamına gelir demişti adını hatırlayamadığım ünlü bir yazar. Kitabında olduğu kadar içten olamayabilir insanlar. Fotoğraflarda göründüğü kadar güzel olamayabilir. Fakat bu sefer durum bambaşkaydı. Yazarımız, kitaplarında konuşuyordu benimle/bizimle. “Sen” diyordu bana ve yadırgamıyordum. Seni seviyorum, hissediyorum, orada olduğunu biliyorum diyordu ve korkmuyordun. Tam tersi kendini güvende hissediyordun aynı anda da özgür. Gülümsediğinde okurken satırları, bir sonraki cümlede güldüğünü biliyorum yazıyordu.Yine korkmuyordun, daha çok gülümsüyordun ve ona bir mail daha atmak istiyordun belki de. Garip, gerçekten garip ama mükemmel bir his. Adam yazarken, o anda dinlediği müziklerden de bahsediyordu. Ve sen, onun o satırları yazarken hissettiği duygulara ulaşabiliyordun, fonda aynı tınılarla. Bence bu kusursuzluktur. İtiraf etmek gerekirse tamamlanması ne kadar sürer bilemiyorum ama bir kitap üzerinde çalışıyorum ve benim taktiğim de böyle. Bazı satırlarda bazı özel şarkıların var olması gerekiyor. Notalarla klavyenin tuşları orantılı oluyor sanki. Yazan ben değil, benim elim değil, beynim hiç değil… Ama ne? Kim? Bilemiyorum…
Artık yazarın kimliğini açıklayalım: Aret Vartanyan. Son kitabının ismi ise: Gitme Zamanı. Neredeyse tüm kitapları olmasına rağmen imzalattığım tek kitabı. Ne de olsa İzmit’ten İstanbul’a giderken çok yük istemiyor insan yanında. Kadıköy civarında idi imza günü, Şaşkın Bakkal’da, Nezih Kitapevi’nde. Yaz geldi malum, Caddebostan sahili dolup taşıyordu. Gençler Moda sahilinde ellerinde biralarıyla oturuyordu her zamanki gibi. Bambaşka bir Türkiye oralar, her yerde olması gereken, kimsenin kimseye sataşmadığı güzel ve elit yerler. Oradan da Kadıköy’e kadar yürüdüm farkına varmadan iki saate yakın. Yazarın verdiği enerji sağolsun. Öyle bir yazar ki, o kadar kuyruk olmasına rağmen ayakta herkesle tek tek kucaklaştı. Evet, herkese sarılıyordu. Çok güzel bir enerjiydi. Herkesle sadece o varmış gibi ilgileniyordu. Fotoğraflar çekiliyordu. Bambaşka bir yerdi sanki. Çok etkilendim. Ve bir gün benim de imza günüm olabilirse, ben de aynısını yapacağım 🙂
He bu arada unutmadan bu adamın Yaşam Atölyesi isminde kişisel dönüşüm (evet dönüşüm) merkezi var Beyoğlu’nda. Yolu düşenler mutlaka bir baksın derim. Mısır Apartmanında. Amma reklam yaptım. Ama öyle napiim 🙂