Zamanda yolculuk mümkün; anılar bizi bir şekilde geçmişe çekiyor.
Adaya uzanan dar yolda yavaş yavaş ilerliyorum. Yağmur damlaları tenime değdikçe düşüncelerim kayboluyor. Soğuk betona oturup ayaklarımı boşluğa bırakıyorum. Önümde sonsuz deniz, arkama bakmak gelmiyor içimden. Beton, az ağaç, fazla insan, az zaman, hayat telaşı, ölüm korkusu… Burada; arkadaki hengameyi bastırmak istercesine ada kenarındaki kayalara çarpan sert dalga sesleri, insanların nefretini dindirmek istercesine yağan yağmur, sigara yakmayı engelleyecek kadar rüzgar ve yanına gelmek için aklını ele geçirmeye çalışan anılar var.
En özel anları paylaştığım insanlar geçiyor gözümün önünden. Bunaldığında gelip kafa dağıttığımız çocukluk arkadaşı, kavgadan zor bela çekip çıkardığımız elini kaldırmaya hali olmayan arkadaşlar, klişe yalanlara inanmak için can atan kadınlar, mavi gözleriyle gözümün içine bakarak ayrılmak istediğini söyleyen eski sevgili…
Omzuma bir elin dokunduğunu hissediyorum. “Oturabilir miyim?” diyor. “Evet” diyorum. Sigaradan bir duman aldıktan sonra hafifçe başımı çevirip yüzüne bakıyorum, gülümsüyor. Bir şey söylemesini bekliyorum. Deniz mavisi gözleri fark ediyorum. Gözünü sonsuz denizden ayırmıyor;
“Ne güzel günlerdi değil mi?”